25 Kasım 2012 Pazar

Taze Zihin: Andaki Çocuk Zeka

   Zihni özgüşleştirmekten çokça bahsedildiğini duyduk. Fakat bu hiç bir işimize yaramadı. Yarayamazdı çünkü zihin kalıpla sınırlandıralamayağı gibi kalıpsızlıkla da sınırlandırılamaz. Zihin, evrensel aklın kendini zaman, mekan ve birey olarak seyretmesinden doğan bir yanılgıysa da ( zihin- birim rüyasından uyanmanın yolu) yolu tıkayan aracın kendisini fark etmek ve onu evrensel doğasına uygun bir şekilde kullanmayı öğrenmektir. 
 Zihni özgürleştirmek kelimesi, sanki evrensel akıl esir alınabilirmiş gibi bir yanılgıyı içeriyor. Özgürleşme eğilimiyle perdelenen zihnin; bütün istenç ve edimleriyle, kalıpları yıkmakla bir yere varabileceğini sanan başka bir "yıkıcı mistik ben" olarak evriliyor. Bu yüzdendir ki bir çok sahte üstad etraflarına bu "yıkıcı mistik ben" ile dehşet saçarken aydınlandıklarını ve ya aydınlanma yarattıklarını düşünüyorlar. Aynı şekilde bu üstadlarını taklit eden sözüm ona yarı aydınlanmış taklitçiler de üstadlarından daha yıkıcı olmayı bir görev sayıyorlar. Ya da zihnin barışçıl olması gerektiği düşüncesiyle yola çıkanlar, sükunet öze çatışmadan daha yakın olsa da zihinden çıkma sürecindeki her türlü sarsılma ve hızı, öfkeyle ve panikle karıştırdıkları için bu tür değişimlerin önünü meditasyon ve zikir yöntemlerini beyni uyuşturmanın bir yoluna çevirerek tıkıyorlar.
   Peki zihni "evrensel aklın cennetine" girmek için kullanmanın bir yolu var mıdır?

Hazreti İsa'nın buyurduğu gibi " Siz şu çocuklar gibi olmadıkça cennete giremezsiniz."

     İncil'deki bu ayeti çocuk zihni ve evrensel akıl arasındaki bağlantıyı incelemek için kullanacağız. Sizden ricam, yazılarımı düz bir şekilde okumak yerine; onlarla ulaşmaya çalıştığım ve sizi ulaştırmaya çalıştığım bir boyutsal geçiş olarak ilgilenin.
      Zihni çatışmaya sokan "barışcıl ve ya özgür tanımlarını "bir kenara bırakarak zihnin ve evrensel aklın doğasına tekrar bakalım. Elbette kullandığım Taze Zihin ve ya Çocuk Zeka kavramlarına tutunur ve onlarla zihninizi kalıplarsanız dilediğimiz yere ulaşamamışsınız demektir. Ulaşmayı dilediğim durum, ruhsal zekayı harekete geçirmektir.  Herşeyi olduğu gibi gören ve derinliğini hisseden bir hâle sizi ve kendimi evriltmektir. Bunun işareti ise içinizde hissedeceğiniz neşe ve huzurdur.
      Taze Zihin, birşeye her seferinde yeniden bakabildiğimiz ve herşeyi yeni bir bilgi ve deneyim kaynağı olarak görebildiğimiz halimizdir.Hiçbirşeyle kayıtlanmayan, ezberleri olmayan zihindir. Çocuk zekası ile egodan kaynaklanan bilgi ve deneyimlerle(toplumsal-kollektif hafızayla kirlenmemiş) yeteneğini kaybetmemiş, hayret, öğrenme ve deneyim isteğiyle dolu olan zekadır. Henüz olgunlaşmamış ve çok boyutlu evrensel düşünme kapasitesi açılmamıştır.
    Fakat dünyamızdaki insanların neredeyse binde dokuz yüz doksan dokuzunda zekanın bu tam işlevli saf hali daha anne karnından başlayarak zedelenmiş ve ya bastırılmıştır. Zeka dokunulmamış saflığında evrendeki herşeyi öğrenebilir bir haldedir ve ilk öğrendikleri eğer kısıtlı birimsel veriler değilse  birimleri anladığı kadar boyutları da anlayacaktır. Birim ve boyut olarak algıladıklarının dahi birer bilgi olduğunu ve "anlayanın (yani kendisinin) anlayışıyla hiçbir bilginin sınırlandıralamayacağını öğrenecektir. Öğrendiklerinin bilginin hallerinden ibaret olduğunu bilen bu Taze Zihin bilincin, bilen değil öğrenen bir varlık olduğunu ve yegane bilen ama hiç bir bilgiyle sınırlanmayandan(evrensel akıldan) açığa çıktığını hem kendinde hem bütün öğrenme süreçlerinde izleyip, her bilginin açığa çıktığı boyutla değil tüm boyut ve birimlerle etkileşimi çerçevesinde değerlendirlebileceğini anlayacaktır.
  Çocuk zeka evrensellik bilgisiyle büyüdüğünde Taze Zihin olarak evrilmiştir. Taze Zihinle kastettiğim şudur. Sürekli yenilenen bir evrende eğer herşey yeniyse varlığı algılayan zihnimizde aynı kuantum potansiyelden açığa çıktığı için içinden açığa çıktığı yapı gibi yepyeni olmalıdır. Ancak hem dem yeni olursa olanı olduğu gibi algıyalacaktır. Sürekli öğrenecek ama hiç bildim biliyorum diyemeyecektir. Çünkü öğrendiği yok olmuş ya da yepyeni bir açılımla kendisini yeniden ortaya koymuştur. Hazreti Âli'nin " Ben bilinmeyeni bilinmeyenle bilirim" dediği noktadan olaya bakarsak aslında görürüz ki hiç bir zaman tüm oluşların bilgisine aynı anda sahip olamayacağımız için bilzer daimi olarak bilemedğimiz bir yapıdan açığa çıkan ve asla tam anlamıyla bilinemeyecek olan bilgi-evren açığa çıkışlarından öğrenen birer öğrencyizdir. Bu yüzden Hazreti İsa " Aranızda, Allah'tan başkasını öğretmen edinmeyin "  der ve Hazreti Muhammed'de aynı hale işaretle " Biliyorum diyen hiçbirşey bilmiyordur" demiştir. Bilinmeyenden açığa çıkanların bir bilinemeyene doğru seyrettiği bir akışta olduğunu fark etmek meditasyondur. Yani öz bilince doğru gerçekleştirilen bir miraçtır. Çocuk Zekadan, Taze Zihne ve  Öz Bilince doğru seyredenlerin yoluna bişr işaret bırakmak istedim. Sürç-i lisan ettimse affola. Çünkü bende bilmiyorum bu bilgi nasıl açığa çıktı ve nereye gitti..

20 Kasım 2012 Salı

Ayna ayna ! Söyle bana . Güzellik Nedir?



    Güzellik ve farkındalık arasında direkt bir bağ olduğunu kim reddedebilir. Peki güzellik kıstasını belirleyen nedir? Hemen "Kişiye göre güzellik tanımı değişIr deyip bana hava yapma sayın okuyucu! Hele bi dur biraz daha yaklaş. Gel seninle bir oyun oynayalım ve kelimelere takılmadan, güzelliğin hissedilebileceği bir morfik alan yaratmaya niyetlenelim.
    Bu yaratımına başladığım morfik alana girmeni kolaylaştırmak için senden çalışmamız bitene kadar " Güzellik nedir ? " sorusunu, zihninde ardı ardına tekrar etmeni rica ediyorum.  Fakat soruya dair bilincinde uyanan hiçbir cevap veya hayale tutunma. Bırak düşünceler akıp gitsin. Sadece sözcüklerin bizi çektiği uzaya beraber geçiş yapalım. Soruyu içinden tekrar etmeye başla, aşağıdaki yazıyı oku ve her soruyu okuduğunda bir kez derin nefes al ve ver.

   Güzellik, uyumlu olanı fark etmemiz midir? Güzellik, gece yıldızları izlediğimizde içimizde uyanan dinginlik midir? Güzellik, arzuladığımız ve karşı konulmaz bir istek uyandıran mıdır? Güzellik, onu seyrederken ondan başkasını unuttuğumuz mudur? Güzellik bazı şeylerde geçici bir süre olan, o şeyin en mükemmel halinde sahip olduğu mudur? Güzellik sahip olanların da olamayanların da onun yüzünden er geç acı çektikleri midir? Nerededir bu güzellik? Yüzde mi? Seste mi ? Histe mi? Bedende mi? Fikirde mi? Nereden gelmektedir? Bir varlıkta belirip sonra bir başkasına nasıl geçmektedir? Nesilden nesile mi? Soydan soya mı? Peki ilk güzel kimdir? Kadın mıdır? İlk güzel, güzel olduğunu biliyor muydu? Onun güzel olduğunu Adam nasıl fark etti? Öyleyse güzellik ilkin Adam'ın beyninde mi belirdi? Kim bu güzellik? Madde midir? Sinerji midir? Anlam mıdır? Evrenin bir sonu yoksa eğer, güzellik başka evrenlerde ne kadardır? Var mıdır başka bir gezegende daha güzellik?  Herhangi birisi daha dünyada ya da başka bir boyutta, benle aynı anda bu soruyu soruyor mudur? Güzellik nasıl oluyor da bana bu yazıyı yazdırıyor ve sana bu yazıyı okutuyor? Herkese yetecek kadar güzelliğin olması mümkün müdür? Güzellik kavramının oluşturduğu ve kapladığı bir frekans alanI var mıdır? Kendi varlığının farkına varabilir mi güzellik?



"‎ Ruh aydınlanmışsa insanda güzellik vardır,
 İnsanda güzellik varsa evde uyum vardır,
 Evde uyum varsa ülkede düzen vardır.
 Ülkede düzen varsa dünyada barış vardır."
      Lao Tzu


" Allah güzeldir, güzeli sever." Hazreti Muhammed.

21 Kasım 2012 
Abdullah Mustafa Aydoğdu

18 Kasım 2012 Pazar

Hastalığınla Konuş ve Sev Onu Kralım

    Evrendeki herşey gibi hastalığımız da kutsaldır. Herşey ve herkes gibi hastalığın da varoluş nedeni Allah'a kulluktur. Hastalık tıpkı diğer herşey gibi göreseldir.  Yani sen hastalığa nasıl bakarsan öyle görürsün onu. Hastalık aynasında kendini görürsün.
  Sen bedeninden ibaret olmadığına göre hastalık olarak tanımladığın şey bedenin geçiciliğini seyretmendir. Tüm bunları neden mi söylüyorum ? Çünkü ezberlerden kurtulmak gerçek şifadır. Hastalık bedende kısıtlanmış bir enerjidir ve seni özgürleştirmek için buradadır. Çünkü sen de tıpkı hastalığın gibi bir misafirsin bu bedende. İkiniz de sonsuzluktan geldiniz ve O'na dönmek istiyorsunuz. Hatta ikiniz de sonsuz bedenlerde ve boyutlarda yepyeni suretlerde sonsuz bir hayat süreceksiniz. Siz birbirinin varlığını deneyimleyen "Tek" olan varlığın vechelerisiniz. Siz birbirinizden var oldunuz ve bu yüzden birbirinize mecbur olmayan ama beraber var olan hayat ağacının iki dalısınız.
   Konuş hastalığınla ve onu sev. Çünkü sevgi gerçek şifadır ve hastalık gerçeğin, şifanın ve sevginin ne  olduğunu deneyimlememizi sağlar. Hastalık sana gelmiştir çünkü sen sevildin ve en yüksek boyuttan sonsuzluğa uyanmak için bir davet aldın. Bu davetiyeyi aç ve hangi hatalarından soyunman gerekiyorsa  çıkart üzerinden çıplak ol ve bütün sahteliklerden, etiketlerden özgür ol. Elbette bu davete uygun giyinmelisin. Baştan sona sonsuzluk elbiselerini giyin hiçbir aptalın göremediği ve içinde ki kral uyansın ve ruhunun çocuğu bağırsın "Kral Çıplak". Gözü olan görsün kralı heryerde ve kulağı olan işitsin içindeki çocuğu.

19 Kasım 2012 Abdullah Mustafa Aydoğdu.

29 Ocak 2012 Pazar

Melekleşmek mi Meleklere tapmak mı lazım! Meleklerden nasıl bir tepsi baklava istenir…!?


Melekleşmek mi Meleklere tapmak mı lazım! Meleklerden nasıl bir tepsi baklava istenir…!?

Son günlerde moda olan ‘meleklerle irtibat’ ‘melek terapisi’ ‘satılık melek dilek kutusu ve melek tarot kartları’ gibi yeni put ve umut pazarlama yöntemlerini duymayanımız kalmamıştır sanırım.

Hayal gücüyle her aklında canlandırdığını ya da geçirdiği her psikospritüel krizi gerçek sanan yurtdışındaki modern peygamberiçelerden “satın aldığı” eğitimleri satmakta bir abes görmeyen ve Bakkal Erdal’ın* bile kendilerinden daha çok ruhsal deneyime sahip olduğu kadıncağızların derdi nedir?

Hiç düşünme zahmetinde bulunmayan bir insanın bile buradaki dolandırıcılığı anlamaması için uzaydan yani siriustan yani modern zaman Olimpusundan gelmiş olması gerekir.

Putperestlik, sadece ayrı ayrı tanrılar var sanmak demek değildir. Kendi varlığında mevcut bulunan, Allah ismiyle işaret edilenin özellikleri olan güçleri ve yetenekleri yaşamak, geliştirmek ve şükretmek dururken uzaktaki kanatlı yaratıklardan yardım taleb etmekte tanrılara tapınmanın moda olmuş ve farklı isimlendirilmiş bir halidir.

Hadi biraz beyin meleğimizi çalıştıralım.

Melek kelimesi arapça melk kelimesinden gelir. Melk, güç demektir Meleke ise bu güçten oluşan özellikli yapıdır. Melekler tümel ilkeler, evrensel sistemlerdir. Mesela Mikail doğa yasalarının işletim sistemidir yani tabiat olarak ve ekolojik sistem olarak algıladığımız yapıdır. Cebrail kozmik bilinç diye tabir edilen yapının yani bilme kavramının ve yeteneğinin “ bilgi iletme ve toplama özelliğinin” adıdır.

Elbette evrendeki her yapının kendisine has bir varlık bilinci ve canlılığı vardır ve insan bütün bildiklerini ve yaşamak için gerekenleri farklı düzeneklerdeki yapısal özelliklerle (melekelerle) meleklerle karşılar. Allah’ın insan beyninde bir alğılama gücü olarak yarattığı hayal gücü bile felsefi yanıyla tümel bir ilkedir yani Kur’anın açıklamasıyla melektir . Ancak insanın, beynindeki ve hayattaki işleyiş şekillerine takılmak ve tapınmak yerine onları kullanması; bu sistemlerinin nasıl oluştuğunu anlaması gerekmektedir.

Melek terapileriyle ve diğer bir çok yöntemle çalıştırılmaya çalışılan hep bu Evrensel Öz’den kaynaklanan özelliklerdir işte.

Bunun en doğru yolu, Rasullerin anlattıklarını bilimin ve aklın ışığında değerlendirmektir. Bilimi,Tamamlayıcı tıp yöntemlerini, dini ve enerji yasalarını derinlemesine araştırmadan her önüne çıkan kocakarı efsanesine inanmak hem cepte hem beyinde büyük hasar meydana getirir. En kötüsü imanını ve birlik bilincini kaybeden, bu kaybının bedelini sonsuza dek ödeyemez. Konuyla ilgili etraflıca ve derinlemesine bilgi edinmek isteyenlere Ahmed Hulusi’nin “ Ruh, İnsan, Cin” “ İnsan ve Sırları” ve “Dinin Temel Gerçekleri” isimli kitaplarını okumalarını salık veririm.

Ve son olarak hatırlatmak isterim ki insan dünyaya meleklerden yardım dilenmeye gelmemiştir. Tüm melekeleriyle Allah’ı keşfetmeye gelmiştir.

“Hakk suretidir alem-i imkan ile Adem

Bundan güzeli nerde ki cennette mi sandın

Heryer ne güzel menba-i hüsn insan güzeli

Sen de bu “Güzel’i” huri gılmanda mı sandın”

Kenan-ı Rıfai

(alem-i imkan: varoluş aleminde açığa çıktığı kadar)

(menba-i hüsn : güzellik kaynağı)

(Güzel: Allah’ın Cemali)

(Huri ve Gılman : Cennette verilecek eş ruhlar ve hizmetkarlar)

(*: Leyla ve Mecnun dizisinde bir karakter)

Abdullah Mustafa Aydoğdu

Holistik Şifa ve Kişisel Gelişim Uzmanı, Eğitmeni

28 Ocak 2012 Cumartesi

Çakralar : Bilincin Aşamaları


Çakralar : Bilincin Aşamaları

Yeterli derecede zihnini izleyebilenler, terapistler, meditatörler ve bilgeler farketmişlerdir ki zihin çemberler halinde kendini tekrar eder. Diğer bir deyişle beyne ekilen “düşünceler – bilgiler” bilgi kodlama, kontrol ve onarma çalışmalarından dolayı tekrar tekrar hatırlanır. Çakraların hareketi ve enerji alış - verişide anlamıda çark ederek yani dönerektir. Ruha ulaşan her enerji ve de beyinde oluşan düşünce çemberleri çakralarda dönüşe ve enerji transferine neden olur.

Her üretilen ve kendini beyinde tekrar eden düşünce; evrende yüksek frekanslı boyutlarla, enerji bedende de çakralarla bağlantılıdır. Çakralar, yüksek ve düşük frekansların kimi zaman düğümlendiği kimi zamansa kavuştuğu alanlardır. Bütün enerji yapılar ve boyutları yedili bir sistemle çalışmaktadır . Yedi kat astrolojik gök, yedi ana kapılılı çakralardan oluşan ışık beden (aura), yedi ayetten oluşan fatiha suresi yani büyük insan olarak evren ve küçük evren olarak İnsan! Sen evrensel bilgi-enerji denizinde küçük bir dalgasın ve evrendeki bu hali kendindeki dalgalanmayla seyrediyorsun. Kalbin kelime anlamlarından birisi de dalgalanmak demektir. Aslında bu seyir bile evrenselliği sınırlarken “kendin sandığın” veya “evren sandığın” bilincinle ve bilgilerle örtülmendir.
Sanki insan içine enerji kodları ekilebilen ve tohumlardan ürün veren bir tarladır da bu “çok boyutlu enerjisel bütünün” isteklerini ve sorularını meyve vermektedir. Sorun bu düşünceler olarak algılanan ve mistiklerce yedili sistemle şemalandırılmış olan kuantsal yenilenme akışının kişide “benlik” olarak algılanmasına sebep olan beynin kuansal akışta tohumlanma ve ürün verme sürecine bağımlı olmasıdır aslında.

“ Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır” diyen ayeti getiriyor bu süreç aklıma. Kadın yanımız yani bilincin çogaltma ve döllenme süreci “evrensel erk” mekanizmasının bireyde beyin suretindeki işlevi ve evrenin “kendini bilme erekliliğininin” bu işlevin tohumlayıcısı olması muhteşem ama çelişmesi yani bazen kuantsal yenilenmeyle çakralarımızın uyumsuzluğu önemli bir sorun teşkil ediyor.
Böyle olunca sağlıklı ürün veremiyoruz. Sürekli yenilenen kozmik bilinçten beslenen beynimiz bedenimiz ve ışık bedenimiz sorunlarla karşılaşıyor. Beyne gelen bilgi tekil bir mesajken kaotik bir algıya dönüşüyor.

Kök çakrasında sorun yaşayanlar diyorki “…… yüzünden öfkelenmekteyim, …… olmazsa ben yaşayamam, sakın güçlenme çünkü …… yüzünden yok olursun, …… benim kime ne!”
Sakral çakrasında sorun yaşayanlar “ …… yüzünden çok pişmanım, ……’ya karşı olan arzumun esiriyim, ……’dan dolayı yaşama sevincim kalmadı ya da bir an çok neşeliyim bir an huzursuz.”
Mide çakralarında sorun yaşayanlar üretememekten ya da üretmeye bağımlı olmaktan şikayetçi. Parasızlıktan ve ya evrenin bereketine dahil olamamaktan mağdur.
Kalp çakrasında sorun olanlar ya güvenipte sevemiyor ya da sevdiklerini tanrı edinmiş.
Boğaz çakrasında sorun olanlar ya söylemiyor ya da o denli söylüyor ki kendi bile işitmek istemiyor. Yani evrenin şarkısını işitmiyor ve söylemiyor. Çünkü işitse susardı ve dinlerdi ve dinlese kendinden geçer ve söylerdi.
Üçüncü gözünde sorun olanlarsa ah o bahtsızlar hem göremiyorlar beyinlerini çeken kozmik kordonu hem de kozmik planından habersiz şikayet ediyorlar “ötekileri” ve düzeltmek istiyorlar kendi “kördüklerince” .
Ancak bilinci, görüşü ve dönüşü sıfırlanan kurtuluyor birim, beden, zaman ve mekanda sanmaktan “varlığı”.
Ve açılıyor yedi düğümlü beden büyüsü. Felak suresinin sırlarından bir sır beliriyor.
“ Sığınırım, ilk ışımanın Rabbine, yarat(ıl)an olarak görme gecesiyle örtülmekten, düğümlere nefes edeni(n)…”


Abdullah Mustafa Aydoğdu
Holistik Şifa ve Kişisel Gelişim Uzmanı ve Eğitmeni

26 Kasım 2010 Cuma

Temas


Birbirimizle temas kurmayı unuttuğumuz bir çağdayız. Herşeyi belli bir "ekonomi" içinde kullanma paranoyamız birbirimize kısıtlanmış ifadelerle yaklaşmamıza neden oluyor. Aşk gibi en hassas bir alanda bile. "Şöyle çok sevme yanarsın" ya da "boşaymış tüm yaşananlar" tipi zihinsel buyurmaları gerçek kabul ettikçe aşkın bizi saran ve bizi "bizden" kurtararak İlahi Sevgiye çıkartan kapısını ellerimizle kapatmış olmuyor muyuz?
Kapitalist bir söylemin kolektif zihindeki yaygınlığı, sürekli bizi sağdan soldan, tevizyondan, facebooktan sanat adını verdiğimiz hayatın anlamına önyargılı düşünceler ve duygularla yaklaşan sayıklamalardan besledikce enerji merkezimizin tamda merkezinde olan kalp chakrasını tıkıyor ve bu kayıpla beraber kurduğumuz bütün temaslar robotlaşıyor.


İsa'nın buyurduğu gibi " Siz en yüce peygamberde olsanız en bilge insanda olsanız, yüreğinizde sevgi yoksa bir hiçsiniz."
Peki nedir sevgi? Sevgi biri tanıma evresidir. Diğer bir deyişle sevgi yetkin bir varlığın ( sevgi hissedebilen) kendi varlığını bir başka varlıkla "Bir" hissedebilmesidir. Kişinin "şeyi" ve ya kişiyi tam olarak anlamasının tek yolu o şey olmak ve ya o şeyin haliyle hallenmektir. Kişi ancak gerçekten sevdiğinde dikkatinin bütününü zihninden geçmiş ve gelecek paranoyalarından arındırıp şimdiye getirir. Dikkatin andaki yoğunluğu de anda ki ilahi tecellinin deneyimlenmesinin tek yoludur. Sadece sevgiyle insan gerçekten varolan herhangi bir şeyle egosal yorumları olmadan gerçek bir temas kurar.

Süreçlere Direnç Göstermek


Evrene yeni bir boyut katarken, ya da yeni birşey oluşturken, varolan düzen kendini hemen koyvermez. Değişim, oluşturmak istediğimiz şeyin çağa ya da düzene uyumuna göre bir dirençle karşılaşır. Bu oluşturmaya çalıştığımız şeyin karşılaşacağı zorlukları göze almadıkca hedefimize ulaşamayız.
En büyük zorluklardan biri de kişinin ezberleridir. Çevrenin öğretileri ya da atalarımızın yaşadığı başarısızlıkların dnalarımızdaki kalıntıları bizi son derece kısıtlar.Bu ezberler kendini çoğunlukla bedende gerginlik ya da yılgınlık aşırı bir enerji ve yükü duygularımızdaysa kızgınlık, küskünlük, alınganlık, aşırı çoşku, kendine aşırı güven ya da güvensizlik olarak gösterir.Zihnindeyse eğer bir kaç örnek verirsek şu tür düşüncelerin dolaşır
-" Bunu kesinlikle hakediyorum."
-" Çok istersem olur. Kesinlikle çekim yasasına inanıyorum" (çağın en korkunç yalanlarından biridir)
-"Bunu başarmam için artık çok geç"
-"Eğer şunlar (Tanrı yardımı, aile desteği, patron onayı, para, şans, huzur, güç vs.) olsaydı kesinlikle yapardım."
-"Eğer şunlar olmasaydı(yukardaki saydıklarımın tersleri ) kesinlikle yapardım."
-"Şimdi değil yarın başlarım daha önemli şeyler var."
-"Hayatımda ki en önemli şey bu kesinlikle başarmalıyım."


En nihayetindeki kişi kendi düşünce ve duygu süreçlerinin iyi ve kaliteli bir gözlemcisi olursa eğer eyleme geçmesini engelleyen ve baskılayan süreçleri ortadan kaldırabilir. Bunun yoluysa iyi bir içsel ve dışsal gözlem eğitiminden geçmektir. Biz hangi düşünce kalıplarının ve duyguların insanlar üzerinde nasıl etkiler yarattığını öğrendikce kavrama kapasitemize göre ihtiyaçlarımıza ulaşmayı ve bunun için maddi ve manevi ve insani süreçleri yönetmeyi yönlendirmeyi ve ya onlarların ihtiyaçlarına ulaşmasını sağlarken hedeflerimizin oluşmasına yardımcı olmayı öğreniriz.
Toplumun ve insanların engellemesi onlara zarar vereceğimizi düşünmeleridir. Tanrı'nın ve doğanın engellemeleri ise yeterince bilgeleşmediğimizin işaretidir.
Yaptığımız işin hedeflerini kamusallaştırdıkca yani insana mal ettikce ve bunu iyi anlattığımız oranda destek görürüz ve hedefe ulaşmadaki insan engelini yumuşatırız. Böylece kişiler inançları ölçüsünde bizim eylemimize kendilerini adarlar. Fakat Tanrı'nın ve doğanın desteğini alabilmek için gerçekten doğru bir hedef ortaya koymalıyız ki bizi desteklesinler.